Kaç haftadır… “Dünya beşten büyüktür!” sözüne atıfta bulunarak, Sayın Cumhurbaşkanının; Birleşmiş Milletlerin, kurucu 5 daîmi üyesi ve dünyanın geri kalanı(!) hakkında bir yazı kaleme almayı düşünüyorken… bu hafta da kısmet olmadı. Çünkü, ülkemiz meseleleriyle ilgili ve gündeme düşen başlıklar; plânlamaya pek izin vermiyor. Siyasilerimizin demeçleri, yargı kararları, ekonomi, hayat pahalılığı vs. tabii ki önemli, yazıyoruz…. yazacağız. Ancak, bir konuda yapılan bir açıklama veya tanımlamaya üzerinden çok zaman geçmeden itiraz edilmezse, toplumda; “Onlardan daha iyi mi bileceğiz? Demek ki… ikisi de aynı şey.” demeye başlar. Kökleşip kanıksanan doğru tanımın yanına, benzeşiyor diye şöyle bir tanım konulabilir mi? Sayın Cumhurbaşkanımız sorulan bir soru üzerine: “Bu ülke yargı ülkesidir. Yargı bu konuda ne derse, ona uyarız.” diyor. Anayasamızın başlangıç kısmı da aynen şöyle diyor.
T.C. Anayasası: MADDE 1. — Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. MADDE 2. — Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, in san haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Adalet bakanının, yargı kararlarıyla ilgili kendisine yöneltilen sorulara cevap verirken kullandığı ve çok sık atıfta bulunuyor olması nedeniyle de, eleştirildiği şu söz: “Türkiye bir hukuk devletidir!” T.C. Anayasasının; yukarıdaki son paragraf da yer alan, son tümcesine de uygun, doğru tanım; adalet bakanının söylediği gibidir. Toplumun kafasını karıştırmamak için, ifadeleri dikkatli kurmak gerek.
Sayın Cumhurbaşkanımızın, bir gazeteciye verdiği bu cevap; neden bu kadar önemli, kendisinin atadığı, adalet bakanının tanımından farklı acaba? Yargı kararları açıklandığında,
uyulmak zorunda kalınarak uğranılan mağduriyetlerin toplum vicdanında yer bulmaması sonucu, yargının giderek siyasallaştığına ilişkin kanaatin, her geçen gün artıyor olmasına bir önlem olabilir mi? Öyle olması düşünülmüş olabilir ama buna engel olunamıyor. Muhalif partilere bugüne kadar oy vermeyenler bile, siyasi davaların yargılama süreç ve sonuçlarındaki hükmü ve orantıyı doğru bulmadığını, sohbetlerde değil sokak röportajlarında bile konuşuyor.
‘ayetler’ tartışılmaz…
Yargı kararları tartışılamaz ya da itiraz edilemez kutsal metinlerdeki ‘ayet’ değillerdir. İtiraz yolları açık ve temyize götürülebilirler. Öyle de yapılıyor zaten pek çok davada. Ve bazıları, önceki safhaların ve süreçlerin ardından, ‘en üst mahkeme’ olarak geldikleri ‘Anayasa Mahkemesinden’ sonra iç hukuk yolları tüketilmiş oluyor ve onun verdiği leyh de veya aleyhteki kararın, alt mahkemeleri de bağladığını, hukukçu olmayan vatandaşlar gibi… ben de artık biliyorum.
Anayasa mahkemesinden önceki mahkeme kararlarının beğenilmemesi veya itiraz edilmesi anlaşılabilir olmakla birlikte, itiraz veya beğenilmeme durumunun da bir yerde bitmesi gerekiyor elbette. İşte o yer de… Anayasa Mahkemesidir. Halbuki… Sayın Cumhurbaşkanı’nın; geçmişte tanımadığını söylediği; anayasa mahkemesi kararları da, ‘yargı kararı’ idi.
Devletin en üst yargı makamı anayasa mahkemesinin verdiği karar, ülkemiz sınırları içindeki nihaî
karar mercii olmakla birlikte, bireysel başvuru hakkından doğan sonuçların bizim mahkemelerimizin verdiği kararların da üstünde olduğunu, devlet olarak kabul ettiğimiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) kararlarını da, tazminat ödemek pahasına uygulamadığımız; ‘yargı’ kararları var. İç hukuk yollarımız tüketilirken, Türk yargısının tarafsız ve siyasallaşmadığı inancı yerleşmedikçe, adaletin tecellisine ilişkin inancını kaybeden
toplumun, huzursuzluğunu yaşamaya devam edeceğiz. Bugünkü iktidarın da… gelecekteki hükümetin de, tez zamanda tesis etmesi gereken, adalete; susamışçasına duyulan ihtiyaç nedeniyle; “yargıya güvendir.” Ne zamandır kaybettik acaba bu güveni? Bi’ düşünelim. Ne dersiniz?







