Anasayfa / Türkiye / Panoptikon Çağı: Bizi Kim İzliyor?

Panoptikon Çağı: Bizi Kim İzliyor?

İlk bakışta kulağa eski bir hapishane modeli gibi geliyor: panoptikon. Gerçekten de öyle. 18. yüzyılda Jeremy Bentham’ın tasarladığı panoptikon, ortasında gözetleme kulesi olan, çember şeklinde hücrelerden oluşan bir hapishane fikriydi. Gardiyan, merkezi kuleden herkesi görebiliyor; mahkûmlar ise ne zaman izlendiğini bilmediği için “her an izleniyormuş gibi” davranmak zorunda kalıyordu.

Asıl mesele tam burada başlıyor: Gözetleyen gözün gerçekten orada olmasından çok, olma ihtimali insanın davranışını şekillendiriyor. Bugün panoptikon, beton duvarlı bir hapishane olmaktan çıkıp hayatımızın içine yerleşmiş görünmez bir düzene dönüşmüş durumda.

Peki günümüzde panoptikonu nerede görüyoruz?

Şehrin dört bir yanına yerleştirilmiş kameralarla izlenen meydanlarda, sokaklarda, plazalarda, açık ofis düzeninde, kartla giriş yapılan kapılarda, her tıklamanın kaydedildiği bilgisayarlarda, okullarda, sınav salonlarında, güvenlik kameralarında ve en yanımızdan ayırmadığımız cep telefonlarında, sosyal medya hesaplarımızda, konum geçmişlerimizde, arama kayıtlarımızda…

Artık klasik anlamda bir gözetleme kulesine ihtiyacımız yok. Uygulama ayarlarımız, çerez politikaları, “kabul ediyorum” butonları sessiz birer panoptikon kapısı gibi çalışıyor. Üzerimizdeki gözetim yalnızca devletlerin ya da kurumların eliyle değil; birbirimizi izlediğimiz sosyal medya platformları aracılığıyla da sürüyor. Her paylaşım, her beğeni, her yorum, hem iz bıraktığımız hem de başkalarını izlediğimiz yeni bir daire gibi.

Burada ister istemez şu soruya geliyoruz: Bizi kim izliyor?

Cevap, tek bir kişi ya da kurum değil, bir :

• Devletler, güvenlik ve kamu düzeni gerekçesiyle; kameralarla, plaka tanıma sistemleriyle, kayıtlarla…

• Şirketler, “ücretsiz” sosyal medya ve uygulamalar karşılığında; tıklamalarımızı, aramalarımızı, alışkanlıklarımızı toplayarak…

• Algoritmalar, yüzümüzü, sesimizi, davranış kalıplarımızı tanıyan yazılımlarla…

• Ve bizler, sosyal medyada birbirimizin hayatlarını sürekli izleyerek.

Sonuçta sadece izlenen değil, aynı zamanda gönüllü gözetleyiciler hâline geliyoruz.

Tüm bunlar bizi nasıl etkiliyor?

“Her an izlendiğimizi bilerek yaşama” duygusu, fark etmeden davranışlarımızı törpülüyor. Daha az itiraz ediyor, daha az sorguluyor, daha dikkatli yazıyor, daha ölçülü paylaşıyoruz. Kendimizi sansürlemeye başlıyor, içimizdeki “gözetleyen göz”ü içselleştiriyoruz. Yani panoptikonun duvarları artık zihinlerimizin içinde.

Güvenlik ile özgürlük arasındaki denge ise sessizce güvenlik lehine kayıyor. “Ne olacak, zaten herkes izleniyor.” cümlesi normalleşiyor. Şeffaflaşan hayatlarımız, biz fark etmeden pazarlama stratejilerine, veri profillerine, algoritmik yönlendirmelere dönüşüyor.

Bugünün panoptikonu yüksek duvarlı hapishaneler değil; verilerimiz, ekranlarımız, kameralarımız.

Belki de kendimize şu soruyu sormalıyız:

Bizi gerçekten kim izliyor değil. Biz, izlenmeye bu kadar çabuk razı gelirken aslında neleri kaybediyoruz?

Yeni yazılarda yeniden buluşmak dileğiyle… Sevgiler.

Etiketlendi:

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir