Anasayfa / Türkiye / OKUMALAR!..

OKUMALAR!..

Bazen insanlar, söze başlarken şöyle derler ya… “ben demiştim! demek istemem ama…” oradaki ‘ama’ bağlacından önceki tümce, naiflik olsun diye söylenmiş olsa gerek diye düşünürüm çoğu zaman. Zira bendeniz; bir öngörümden bahsedeceksem, çoğu sohbet ve radyo programlarımda da söylediğim gibi, “sizden önce farketmiş olabilirim” demeye gelen ve “ben dememiş miydim?” diyebilmek için söylediğim ön-alma dürtüsüyle dile getirdiğim fikirlerimi ortaya koyarım halbuki…

Geçen hafta; hem radyo programı yapamayıp, hem de haftalık yazımı yazamayınca… Bu haftanın panoramasına ilişkin okumalarımı paragraf-paragraf da olsa, hızlıca sizlerle paylaşacağım… Dolayısıyla, bir “okuma” demeti sunayım dedim kendime bu hafta. Hatta ‘niyet okuma’ da dahil. 🙂


Sedat Peker yurda döndüğünde…


Son günlerde; youtube’ daki kısa videolarda, son iki-üç yıla kıyasla, daha sık karşımıza çıkan, çoğu eski çekimlerin kesitlerinden oluşmuş Sedat Peker videolarına rastlar oldum. Youtube’un algoritması mıdır, yurda dönmesinin yakın olduğunun işareti midir? derken… Sözcü gazetesinden, Saygı Öztürk’e mektup yoluyla verdiği bir röportajı yayınlandı. Birkaç hafta önce benim yazdığım bir yazıda bahsettiğim konuya da değinmiş röportajında. (sanki yazımı okumuş gibi 🙂 ) Yani; çocuk yaşta üyelerden oluşan “sokak çeteleri”nin, Türkiye’nin yakın geleceğinde büyük sorun olacağını, dünyadaki örneklerinin Brezilya da başlayıp, Kolombiya gibi ülkelerde göründüğünden bahsediyor o röportajda. Ben de buradan şunu bir kez daha söylemek isterim. Çok da uzak olmayan bir zaman da; Peker, Türkiye’ye dönecektir. Madem ki uygun koşullar oluştuğunda, devlet tarafından dönmesi sağlanacak(!) ki… bu bendenizin iddiasıdır. Yeni kurulacak hükümet de, doğrudan siyasete girmeyeceğini geçmişte kendisi deklare etmiş olsa da, suçla mücadelede ilgili birimlerle eş-güdüm içerisinde çalışmayacağı anlamına gelmez. Bir zaman sonra bu konuya belki yine döneriz. Ancak yeri gelmişken, patenti bana ait bir felsefe ortaya koyayım ve diğer bir konuya öyle geçelim. “Gücünüzü, etkinizden alın!” Peker’in gücünün de… ‘etkisinde’ olduğunu gördüğümüz çok yakın örnekler var,


Darbe mekaniği…


Türkiye’de askeri vesayetten kurtulunduğundan (bu hükümet döneminde) itibaren, “…. darbeler dönemi bitmiştir.” gibi hüküm cümleleri çok kuruldu. Bu söylem doğru olabilirdi; eğer sadece ‘asker’ devlet demek olsaydı ama değil. İstihbarat teşkilâtının olmadığı gibi… Her ikisi de, ‘görünür’ devletin kurumları ama “devlet” dediğimiz yapının tamamı görünür değildir zaten. Peki öyleyse… iki-üç hafta önce Almanya’daki bir toplantıda DEM’in eş genel başkanı Tuncer Bakırhan’ın, Almanya da katıldığı bir panelde, Öcalan’a yaptıkları bir ziyarette; Öcalan’ın kendilerine yönelttiği bir soru üzerine ( devletin farklı dinamikleri olduğu ve terörsüz Türkiye mevzusunda farklı düşününüldüğü kanaatine binaen soruyor: “sizce Türkiye’de darbe ihtimali var mı? “ diye. Tuncer Bakırhan’ın cevabı: “Erdoğan’ın karşısında duracak kimse yok …. “ dediğin de ise şöyle diyor. “ …. bu devlet başka bir devlettir… yani, devlet olgusunun olduğu yerde, tek başına muktedir olan bir şey olamaz!”
Bu köşemde yazmaya başladığımdan beri (kısa sürede) benzer ifadelerle görüş belirttiğimi, o yazılarımı okuyanlar hatırlayacaklardır. Bir terörist başıyla aynı düşünüyor olmak şık durmasa da benim fikirlerimin yanında, gerçekçi olmak gerektiğinde ‘iktidar olmak’ devlete tümüyle ‘hakim olmak’ anlamına gelmez elbette. (Belki belli oranda nüfûz edilebilir, hepsi o kadar.) Şu… “Terörsüz Türkiye” süreci istenilen(!) sona ulaşamazsa da, aynı darbe mekaniğinin devreye girebileceğinden, İmralı’ya giden komisyon üyelerine de
belirttiğini söyleyen ise üç kişilik ziyaretçi grubunun DEM li üyesi, Gülistan Koçyiğit. Öcalan’ın… “devletin farklı dinamikleri” dediği ile “Buzdağı” başlıklı yazımı birlikte, bir daha okumak gerekir belki de. “Ben demiştim!” yerine, “ben yazmıştım!” diyebilirim o halde.


‘samimi olmak’

Fiil halinden sıfata dönüştüğünde ve kavram olarak “samimiyet” dediğimiz bu olgudan neden söz etme gereksinimi duyduğum umarım anlaşılacaktır, birkaç satır sonra. Sevdiğim ve takip de ettiğim beyefendi gazetecilerden biridir Deniz Zeyrek. Bu haftaki bir yayınında dedi ki; “Bahçeli’nin ‘samimiyetine’ inanıyorum.” Malûmunuz, terörsüz Türkiye konusundaki çabası, geçmişteki söylemlerinin hilâfına açıklamaları ve ısrarıyla birlikte ittifak ortağını, adımları hızlı atmaya yönelik ikna çabaları vesaire… Toplum bunları görüyor da, buna, “samimi” olduğu mu, yoksa verilen bir görevin ifâsı nedeniyle, partisi açısından büyük riskler almakta olduğu mu sorusu da merak edilmeli. Samimiyet olgusu zaten içtenliğin yanı sıra tutarlılığı ihtiva eden bir davranış biçimidir. Böyle mi? bir bakalım…

Neler diyordu geçmişte neler… Bahçeli… “Bebek katili Apo asılsın!..” diyerek seçim meydanların da, ‘ilmekli urgan’ atmıyor muydu? Sadece bu örnek bile, tüm, o ve benzer söylemlerinin reddini, parti tabanının rahatsızlığını ve anketlerde çakılacağı anlamına gelen sonuçlarını göze aldıracak bir şey olması gerekmiyor mu? Bence… mutlaka gerekiyor olmalı. Yani… bu tutum değişikliğini önce kendine izah edebileceği, ülkenin bekasına yönelik bir tehdidin bir merkez(!) tarafından kendisine gösterilmesi gibi. Örneğin; Irak’ın bölünmesi, Suriye de devam eden gelişmeler neticesinde, Suriye’nin bölünecek olması, İran’ın durumunun kritize edildiği ve İsrail’in Ortadoğu’da ulus devlet istemediği, ancak “uydu devlet” olarak kurulmasına destek verdiği bir Kürt devletinin planlarından Türkiye’yi uzak tutmak maksadıyla, “Terörsüz Türkiye” adı altında bir çözümle, Türkiye’nin yirmi yedi vilayetini de kapsayacak bir Kürdistan projesini en azından sınırlarımız dışında tutmaya yönelik bir hamle olarak görebilir miyiz? Evet! Bu… önemli ve anlamlı bir kaygı. Yıllardır; ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgelerini içine alan bir bölümünün Kürdistan olarak haritalandırıldığını hatırlayınca özelliklede. Buradaki sorun şu… Böyle bir kaygı verici durum varsa millete rağmen değil, milletle bu kaygı paylaşılarak izah edildiğinde belki bir konsensüs daha kolay ortaya çıkabilirdi halbuki… Belki de millet şöyle diyecektir: “Zamanında yedi düvele karşı koymuş bir millet olarak İmralı ile müzakere de ne demek oluyor?” İşte… Kürt vatandaşlarımız dışında toplumun önemli kısmı süreci desteklemiyor. Benim fikrim ise: en azından şehit ve gazi yakınlarından kurulu derneğin yöneticilerinin görüşleri toplum tarafından bilinip kabul edilmedikçe kimse “şeffaflık ve samimiyet”den söz etmemeli. Bir daha ki hafta… Öcalan’ın Kenya’da paketlenip idam edilmemesi koşuluyla Türkiye’ye sunulmasının, başına ödül konan eski terörist, yeni devlet başkanı Ahmet Eş Şara’nın militanlarıyla, mantar tabancası bile patlatmadan Şam yönetimini on üç günde ele geçirmesinin bizimle ilgili bir anlamı var mı? Bunlara değineceğiz. Yani… devamı haftaya.

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir