Heybe dediğimiz şey; yük hayvanlarının eğerlerinin her iki tarafından sarkan, birbirleriyle bağı olan iki torbadan oluşur. Ebatları farklı olsa da, aynı mantıkla üretilen… insanların omuzlarına asılı olarak kullanılmak üzere üretilenleri de hala var. Bu, heybenin somut tanımı dışında, aşağıdaki gibi bir de, soyut tanımı var.
İnsanoğlu… Üryan geldiği dünyada, yaşamına; heybesiyle başlar… torbasıyla yaşar. Ve… yine geldiği gibi veda eder bu dünyaya. Ancak; yaşamının başlarında omzuna asılı bu heybenin gözlerinden biri, inancından bağımsız olarak, bazı değerleri zaten barındırır olarak gelmiştir dünyaya. Genellikle de böyle olur zaten eşref-î mahlûkat olarak yaratıldığımızdan. Eğer kötü bir “tohum” değilse insan.
Yaşamına başlarken sahip olduğu heybenin bir gözündeki akıl, izan, vicdan, erdem ve merhamet nüveleri gibi, değerlerini; kazanacağı ve diğer gözünde biriktireceği iyilik ve sevaplarıyla da, heybenin her iki tarafını birleştiren bağ vasıtasıyla beslemeye ve kıymetlendirmeye çalışması onun asli sorumluluğudur yaşamı boyunca.
Oysa… biz insanoğlu ne yapıyoruz yaşam pratiğimizde? Bu gözlerin birinden kurtulursak… yaşam yükümüzü hafifletip, hareket kabiliyitemizi artırabileceğmizi sanarak, yaşam yolculuğunun henüz başlarındayken, sadece bir torbayla yola devam etmeyi seçiyoruz çok yüksek bir oranda ki çoğunluğumuz.
Sebep-sonuç ilişkisi:
Görüşlerine katılmadığımız bile olsa; toplumun kanaat önderleri, aydınlarımız, entellektüellerimiz değerlerini korumak uğruna iki gözden oluşan heybelerinin, bir torbasından vazgeçme kolaycılığını seçmedikleri için saygınlığı hak ediyorlar zaten. (İşte… bu tek torba, kolaycılık tercihinin, hem sosyal, hem manevî maliyeti olduğu gibi, bir de… siyasal sonuçları var.)
Şimdi… artık iki gözü olan heybemiz yerine, içinde değerli “nüvelerimizin” de olduğu, sadece bir torbamız var ise birey ve toplum içinde bazı sonuçları olacaktır.
Aldığımız aile içi eğitim ve öğrenim kurumlarından aldığımız akademik bilgi yetersizliğinden kaynaklanan, her tür noksanlığımızın faturasından tutun, işlediğimiz günahlara kadar her şey… ama her şeyin girdiği sadece bir torbamız var elimizde.
Aile, eğitim ve iş çevremizin yanı sıra… elbette, insanın sosyal çevresi de etkili torbamıza girenlerin niteliklerinde. Bu “çevreler”in olumsuz etkilerinin de girmiş olduğu, torbamızda ki; sermayemiz olan değerlerimizi beslemek yerine erozyona uğratması kaçınılmaz. Çünkü… olumlu-olumsuz, yararlı-zararlı gibi… tasnif edip, değerlerimizden izole edebileceğimiz ikinci bir torbamız yok. Her şey aynı torba içinde… korumamız ve besleyip büyütmemiz gereken değerlerimiz aşınmaya müsait hale geliyor ahlâki zaaflarımız ve günahlarımız nedeniyle. Beslenmek yerine, erozyona uğrayan değerlerimiz gibi bilincimiz de artık “norm” dışı normalleşmeler üretmeye başlıyor. Bir de buna… kontrol altına alamadığımız durumlarda veya yaşam serüvenimizde egomuz, komplekslerimiz ve zaaflarımız eklendiğinde, bu tür veri girdilerinin bir de “çıktı”sı oluyor.
İnsan doğası ve duygular:
İnsanoğlunun doğası gereği aldığı kararlarda da, bazen görülen, ki; akılla alınmalıdır aslında… Söylemlerini, duygularıyla ifade eder olabilir mi? Pek âlâ olabilir. Peki ama… hangi duygularla? Korku, öfke, nefret, utanç, sevinç, üzüntü, kıskançlık vs. gibi duygu dünyamıza ve insan doğasına dahil olanlar gibi; öz güven, stres, ego, narsizm gibi aşğılık kompleksi ve büyüklük kompleksi olanı da dahil, psikolojik boyutlu olanları da reaksiyon ve söylemlerimizde belirleyici olabiliyor. (Trollerin maniplasyonlarını kastetmiyorum. Onların yaptığı bile-isteye ve akıl süzgecinden geçirilmiş, stratejisi olan, aşağılık tercih ve yaklaşımlar çünkü.)
Şimdi artık… birkaç somut örnek üzerinden gidebiliriz. Siyasi alan dışından bir örnek olsun başlangıç: Gelin-Kaynana çatışması örneğin. Akıl başka bir şey söyler aslında… Örneğin, “Eşleşme doğanın kuralıdır. Evlilik sosyal bir sonuçtur ve insan yaşamının normalidir.” Peki… Kayınvalidenin iç sesi ne diyor kendisine: “Ben doğurdum, ben besledim-büyüttüm ve en sevdiğim parçamdı, biriciğimdi… el-kızı hazıra kondu ve şimdi onun oldu.” Kayınvalideye, aklın söylediği mi doğru diyeceğiz? Yoksa… iç-sesinin haykırdıkları mı? Elbette aklın söylediği. Peki… “…doğurdum, besledim-büyüttüm, en sevdiğim parçamdı.” diye haykıran kayınvalidenin, söyledikleri yalan mı? “Kesinlikle hayır! Hepsi doğru!” dememiz gerekiyor sanırım.
Öyleyse… “Doğru” olanla, “normal” olan, her zaman bir birine paralel olmayabiliyor. Hatta… taban-tabana zıt olabiliyor. Bu, duygu ve akıl çatışmasına ilişkin bir örnekti ve evlilik kurumuna katkı sağlamadığı gibi, evlenen çiftin mutluluğunun tesisine de engel oluşturan, kendi hayatlarındaki… geçmişte kalsa da, gerçekliği inkâr aymazlığı idi kayınvalide örneği. Şimdi, bir de medya dünyasından psikolojik boyutu olan bir örnekden bahsetmek isterim.
Yılmaz Özdil… youtube kanalına; benim de abone olduğum çok sevdiğim, güçlü kalemi ve etkisi nedeniyle başarılı bulduğum bir gazeteci olmakla birlikte bir yazar aynı zamanda. Bunun yanı sıra SÖZCÜ TV’nin de, haftada iki gün yayınlananan İpek Özbey moderatörlüğündeki ‘Kırmızı Beyaz’ isimli programın daimi konuğu ve yorumcusu. Hakkını ve takdire değer başarılarını teslim etmek gerektiği için bunları belirtmek zorunda hissediyorum kendimi. Ama bu hissiyat… Önemsediğim ya da önemli bulduğum insanların çelişkilerini görmeye veya kendilerini eleştirmeye engel değil.
Bu başarılı gazetecinin Atatürk’ün kurduğu, kendisinin de oy verdiği CHP’ye zarar vermek istemeyeceğini elbette kabul edebilirdim. Zarar vermek isteyen açıklamalara nasıl karşı koyduğunu da biliyorum. Ancak… partinin bugünkü genel başkanıyla aralarında oluşan karşılıklı söz düellosu nedeniyle, neredeyse her fırsatta sözlerini bir şekilde Özgür Özel’e getirip, hakaret sınırlarına varan eleştirileri yapıyor olması nasıl açıklanabilir? Bu sorunun sadece iki cevabı var. Ya… aklımız öfkemizi kontrol edemiyordur… ya da, egomuzu. Bendeniz; Yılmaz Özdil’in ‘ego’ suyla ilgili psikolojik bir patolojisi var. Zira… öfke; duygusal bir refleks olarak, anlık bir reaksiyondur sürecide anlıktır… biter. Egomuz ise bizimle yaşayan, kontrolü bize bağlı psikolojik anomalidir. İşte… Yılmaz Özdil’in kontrol edemediği egosu nedeniyle, Özgür Özel’e saldırıları daha çok partiye zarar veriyor sadece Özgür Özel’le sınırlı kalmıyor. Dışarıdan bakıldığında bu, ap-açık ortada. Aynı zamanda bu saldırıları fark eden iktidar yanlısı pek çok gazeteci ve yayın kuruluşu da aleyh de kullanıyor Özdil’in bu tutumunu. Toplumda öne çıkmış insanların birbirleriyle kişisel meseleleri olabilir. Bunun hesaplaşması kamuya açık alanlarda mı yapılacak böyle. Yılmaz Özdil gibi bütün CHP’liler bugünkü iktidarın değişmesini istiyor elbette. Ancak bunun mümkün olabilmesi için CHP seçmeni dışında kalanların kazanılabilmesi adına da, CHP’ye oy verecek seçmenin konsilidasyonu için de, doğru değildir Yılmaz Özdil’in tutumu. Dolayısıyla; torbasıyla değil heybesiyle yoluna devam eden Özdil’in kıymetli değerlerine zarar verecek heybesinin gözüne; illâ da egosunu da katacaksa, bari… biraz budama yapsa.
Sağlıcakla kalın!





